Neymiş, Sayın Vali belediye başkanı olmak istiyormuş da bu yüzden tribünlere oynuyormuş...Yok Unakıtan klüp üzerinden oy avcılığı yapıyormuş da, Büyükerşen şehrin simgesi takıma üvey evlat muamelesi yapıyormuş...
Efendim futbola siyaset karışıyormuş da, belediye başkanı yardım edince spora destek, maliye bakanı yardım edince sömürü oluyormuş. Ya da belediye başkanı yardım etmeyince hain, bakan yardım edince gelmiş geçmiş en büyük eses sevdalısı oluyormuş...Falan filan...
Tüm bu tartışmalar ülkedeki sığ siyaset anlayışının futbol üzerindeki komik yansımalarından ibaret. Ben şimdi siyasetin kıyı kesimlerinde birbirleriyle ortada sıçan oynayan bu polemikçi çocukların ellerinden toplarını alıp, okyanusun en uzak ve en derin tarafına o topu öyle bir dikeceğim ki, bu topu oradan geri getirmek için mangal gibi yürek, şalgam gibi kürek gerekecek.
Konuya Türkiye'deki futbol dünyasını domine eden faşist yapılı aristokrasiyi anlatarak başlayalım. Yirminci yüzyılın başlarında kurulan malum üç İstanbul takımı, 100 yıllık tarihleri sayesinde elde ettikleri para, şöhret ve güç sayesinde aristokratlığı elbette sonuna kadar hakediyorlar. Gerçi kuruldukları yıllar itibari ile, futbol dışındaki sebeplerden dolayı halk takımı hüviyetine sahip oldukları da söylenebilir. Ancak bu gün futbol dünyamızın geldiği noktada bu üç takımın sergiledikleri tüm davranışlar, faşist görüntüler içeriyor.
Türkiye'de ligler oynanmaya başladığı tarihten bu yana, şampiyonlukların yüzde doksanının sadece bu üç takım arasında (dördüncü takıma daha sonra geleceğim) paylaşılmış olmasını açıklamak klasik futbol yorumcuları açısından pek kolay bir iş değildir. Bu "medyacılara" göre "diğer" takımlar yanlış yönetilmekte, kötü transferler yapmakta, ayrıca taraftarları da olmadığı(1) için bu takımların şampiyon olması zaten pek bir anlam ifade etmemektedir.
"Medaycılar" belki bir açıdan haklı olabilir. Ancak hiç bir aklı başında futbol yorumcusu da 100 yıllık tarihleri boyunca bu üç klubün sürekli iyi yönetildiklerini, sürekli iyi transfer yaptıklarını söyleyemez. Kaldı ki "diğer" klüplerin de hepsinin birden bu yüz yıl boyunca sürekli kötü yönetildiklerini iddia edemeyiz. Neden tesadüfen de olsa hiç değilse iki üç klüp daha bu şampiyonluğu elde edemedi?
Üç Büyükler: Mussolini, Hitler, Franco
-Altyazı: barış ve uygarlığın koruyucusu üç büyük (tıpkı bizdeki muadillerinin Türk futbolunu korudukları gibi) -
Cevabı ne yazık ki bu üç klubün faşist-aristokratik yapısında saklı. Elinde tuttuğu güç ve parayı başka rakiplerle paylaşmak istemeyen bu aristokratik yapının tutunduğu dal faşizm oldu. Sahada mağlup edemeyecekleri rakiplerini, çoğu zaman hakemleri yanlarına alarak, kimi zaman da saha dışı mafya tipi unsurlarla saf dışı bıraktılar. En çok başvurdukları faşizm yöntemi de propoganda oldu. Ellerinde tuttukları yazılı ve görsel basın aracılığıyla insanlara sürekli kendi haberlerini pompalayarak, halkın algılarıyla oynadılar. Bu yüzden ülkenin en ücra köşesinde bile herhangi bir insana hangi takım tuttuğu sorulduğunda; hiç bir maçını izlememiş ve hatta izleyemeyecek olsa da, bu üç takımdan birinin adı alınır. Algısı açık bazı insanlar farklı bir takım adı verdiğinde ise, faşist ideoloji başka bir soruyla çıkagelir: "tamam ama büyüklerden hangisi?". İşte bu tuzağa düşenler de çift takım taraftarı olmak gibi iki arada bir derede bir kimliğe savrulurlar.-Altyazı: barış ve uygarlığın koruyucusu üç büyük (tıpkı bizdeki muadillerinin Türk futbolunu korudukları gibi) -
Havuz sisteminin henüz tesis edildiği günlerde, sahip oldukları para ve gücün ellerinden gideceğini sezen bu faşist-aristokratlar, federasyona nasıl bir ayar verdilerse; havuz gelirlerinin büyük kısmını kendi kasalarına yönlendiren garip bir sistemin oluşmasını sağlayabildiler. O dönemde; bir takım, sırf 40 yıl önce şampiyon oldu diye bu sezonun gelirlerinden büyük oranlar tahsil edebiliyordu. Böylesi hakka hukuka aykırı sistemleri de "diğer" takımların faydasınaymış gibi sunuyor, arada haksızlık var diye kafasını çıkaranları da "havuzdan" ayrılmakla tehdit ediyorlardı.
Neyse ki zamanla, belki UEFA'dan belki de tabandan gelen tepkilerle havuz sistemi nisbeten daha adil bir yapıya kavuştu. Bu sayede gelirlerini arttırma imkanı bulan "diğer" takımlar, artık futbol hiyerarşisinde sınıf atlayacak duruma gelmeye başladılar.
Daha sonraki bir yazıda da sınıf atlamaya çalışan bu "diğer" takımları inceleriz.
(1) Bu yorumcuların yaptıkları "kimin daha çok taraftarı var?" anketlerinde de sadece üç takım ve diğer seçeneği vardır.
No comments:
Post a Comment