16.12.08

Bir Devrim Hikayesi

Hayatımızın her yerini kapladılar. "Onlara" göre herkes mutlaka "onlardan" olmalıydı. Yürüttükleri beyin yıkama operasyonlarıyla, bırakın beş yaşındaki çocukları, koca koca adamların bile gözlerini kör ettiler. Gece gündüz, radyo televizyon demeden her gün kendi propogandalarını yaptılar. Yıllardır gazete manşetlerinde hep "onlar" oldu. Öyle bir baskı kurdular ki, kendilerini "onlardan" hissetmeyeni aşağıladılar, dalga geçtiler.

Kimi zaman bu ilüzyonun farkına varıp, gerçeklerin peşine düşenler çıktı. Gerçeklerin ortaya çıkması için bir devrimin gerçekleşmesinin bilincindeydiler. Devrim için kollarını sıvadılar. Düzene karşı çıktılar. Ne zaman ki dikkatleri fazlaca çekmeye başladılar, kurdukları sanal imparatorluğun tehdit altında olduğunu anlayan güçler devreye girdi. Zayıf bir çığlıktan öte geçemeyen bu devrim teşebbüsünü bertaraf etmek, "onlar" için zor olmadı. İlk devrimciler, uzun süre kendilerine gelemeyecekleri bir tokatla bertaraf edildiler.


Ancak ilk devrimcilerin çaktığı kibrit, her şeyi aydınlatmasa da, silüetin mahiyetini belleklere kazımayı başarmıştı. Onlardan alınan kıvılcımla başka bir yerde, başka bir devrim ateşi parıldadı. İkinci devrim için kollar sıvandı, düzene karşı çıkıldı. Bu sefer sadece dikkatleri üzerlerine çekmekle kalmayıp somut başarılar elde ettiler. Umutlar yeşerdi; artık gerçeklerin ortaya çıkma zamanı gelmişti. Tek yapılması gereken devrim ateşinin daha geniş kitlelere taşınmasıydı. Umutlar sarardı; beklenen yayılma nedense gerçekleşmiyordu. Ve umutlar tükendi. "Onlara" karşı devrim yaptığını sandıklarımız, "onlardan" biri olup çıkmıştı. İkinci devrimciler de kendilerini "onlardan" görmeye başladıktan sonra, o devrimci günlerindeki başarının kıyısına bile bir daha yaklaşamadılar ve meydan yine "onlara" kaldı.

Aradan yıllar geçti. "Onların" hükümdarlığı her geçen gün daha da perçinlendi. Artık onları sorgulayan kimse de kalmamıştı. "Onlara" karşı çıkma ihtimali olan toplulukların başlarında bile "onlardan" olduğunu gizlemeyen insanlar bulunmaya başladı. Başladığı günden beri durmadan devam eden propoganda, işlevini yerine getirmiş, mevcut durum toplumun her kesimince kanıksanmıştı. Toplum, artık "onlardan" olduğunu kabul etmişti.

Tüm bu çerçevenin dışında ise, olanı biteni hüzünle seyreden bir çift göz vardı. Yıllar önce sesini duyurmaya çalışırken yediği darbeyle savrulan, bildiği gerçekleri haykıramamanın acısıyla yaşamaya alışmış birinci devrimcilerin gözüydü bu. Artık onlar da ümitlerini kesmişti. Pek çokları inancını yitirmişti. Belki de artık nesillerinin tükenmekte olduğunu düşünüyorlardı. Bir kuşak sonra gerçeğin ne olduğunu bilen kimse kalmayacaktı belki de...

Derken bir gün bir şey oldu. Gelişen çağın nimetlerinin birinin içinde devrimin simgesini gördüler. Parolayı gören hemen soluğu onun yanında almaya başladı. Ve o güne kadar, belki de hep tek başına kaldığını hisseden devrimci, yalnız olmadığının farkına vardı. Gerçeği bilenler kadar, gerçeği arayanlarla beraber sayıları gün geçtikçe arttı. Bilgilerini ve tecrübelerini birbirlerine aktardılar.

Öncelikle devrimin simgesini, eski gücüne kavuşturmak için çabaladılar. Bu çaba, ardı ardına gelen başarılarla meyve vermeye başladı. Sıra artık gerçeklerin ortaya çıkarılmasına, devrimin fiiliyata dökülmesine geldi. Yıllar önce teşebbüs ettikleri ilk devrimden edindikleri tecrübeyle, bu sefer nasıl hareket etmeleri gerektiğinin bilincindeydiler.

Ve devrimin ilk kıvılcımı, "onların" kalelerinin birinin önüne bırakılan karanfillerle pırıldamaya başladı...

No comments: